“Divan şiirini ve
halk şiirini paralel akan ırmaklar olarak tasavvur edersek, tasavvufî şiir bu
iki gür ırmak arasındaki bereketli topraklara işaret eder.”
Ekrem Sakar: Niçin tasavvufî şiir sahası diye
başlayalım. Bir eksik mi gördünüz?
Ömür Ceylan: Tasavvufi
Şiir Şerhleri, malum, benim doktora tezimdir. Her doktor adayı gibi ben
de o yaşlarda henüz ait olduğum bilim dalının eksiğini görebilecek donanımda
değildim ve elbette öyle bir saikle hareket etmedim. Hatta beni bu çalışmaya götüren
şey tasavvuf da değildi. Lisans hayatım boyunca benim zihnimi kurcalayan,
tahtaya beyitler yazıp açıklayan hocalarımın şiirde geçen bazı sözcüklere ve
kavramlara sembolik değerler yüklediğini görmek ve bunların neye istinat ettiğine
dair oluşan merakımdı; zülüf kesrettir, yanak vahdettir, gül Peygamberdir vs… Bu yorumlar, benim hocalarımın yakıştırması
mıdır ya da Cumhuriyet tarihinde birkaç büyük hocanın bir araya gelip belirlediği
yorumlar mıdır? soruları beni şu noktaya götürdü; bu şiirin yazıldığı ve zevkle
okunduğu çağlarda acaba bu şiirler bizim bugün anladığımız gibi mi anlaşılıyordu?
Bu yüzden kütüphanelere koştum ve divan edebiyatı şerhlerini aradım. Lakin bize
lisans yıllarında öğretilen birinci sınıf şâirlerin dahi şiirlerine yazılmış
şerhler yoktu!
Çarnaçar, adlarında “şerh” ibaresi bulunanları zapt altına
almakla işe koyuldum; önüme devasa bir liste çıktı. Hevesim çok olsa da o kadar
şümullü bir donanımım olmadığından şerhlerin sadece Türkçe olanlarını ayıkladım.
Ortaya çıkan tablo o yıllar için bana da sürprizdi; zira tüm metinler
mutasavvıf şairlerin şiirlerine yazılmış şerhlerden ibaretti . İlk heyecanla
denemedim değil, ama bu metinleri anlamam mümkün değildi. Çünkü söz konusu u
metinler tasavvufî kavramları açıklarken başka tasavvufî terimlerini de yoğun
biçimde kullanıyorlardı. Bunun üzerine ulaştığım metinleri bir kenara koyup 1,5
yıl temel tasavvufî literatürü okuyarak vakit geçirdim.
E.S: Bugün mevcut olan standart bir Türkçe şiir şerhi
metodundan söz edebilir miyiz?
Ö.C: Söz edemeyiz, böyle bir standart metot da
olmamalı bence. Şiir şerh etmenin birçok metodu olmalı. Bu metodların bir ayağı
şarkta bir ayağı garpta da olabilir. Fakat bizim, geçmişin şiir metodlarına dair
alt yapı eksikliğimiz var. Tasavvufî şiir şerhleri, bu eksikliği kapatmaya
adaydır. Biz divan edebiyatı ürünlerini Ferid Kam, Tahir Olgun gibi Cumhuriyete
intikâl etmiş son Osmanlı entelektüelleri üzerinden tanıdık. Bunların bize
bıraktığı şerh metodu, daha sonra gelen akademisyenler tarafından geliştirildi;
detaylandırıldı; hatta divan tetkiki, tahlili şeklinde farklı karakterde
çalışmalara dönüştü vs.
“Tasavvufî Şiir Şerhleri” adı üstünde tasavvufî şiirlere
yazılmış şerhlerdir ve tasavvufî şiirler müşterek kültürel zemine dayansa da;
retorik ve poetik duruş olarak divan edebiyatından farklı özelliklere sahiptir.
Bununla beraber tasavvufi şiir şarihleri, eminim, o zaman da bizim şu anda
okuduğumuz divan şairlerini zevkle okumuşlardı. Şiiri şerh edilen şairler de
bunları okumuşlardı ki elimizde buna dair güçlü veriler var. Şiirleri en çok
şerh edilen mutasavvıf şairlerinden biri olan Niyazi-i Mısrî’nin yazdığı
nazireler, onun aynı zamanda çok iyi bir Fuzulî okuru olduğunu da belgeliyor.
AŞAĞIDAKİ BAĞLANTIDAN RÖPORTAJIN DEVAMINI OKUYABİLİR VEYA RÖPORTAJI İNDİREBİLİRSİNİZ:
AŞAĞIDAKİ BAĞLANTIDAN RÖPORTAJIN DEVAMINI OKUYABİLİR VEYA RÖPORTAJI İNDİREBİLİRSİNİZ:
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder