“İDEOLOJİLERİN DİNLEŞTİRİLMESİ BÜYÜK BİR SORUN DEĞİLDİR. İDEOLOJİYE KUTSALLIK ATFEDİLECEK Kİ PEŞİNDEN GİDENLER OLSUN. KABUL EDİLEMEZ OLAN DİNİN İDEOLOJİLEŞTİRİLMESİDİR.”
Bazı kitaplar vardır, bir cümleyi tekrar tekrar okutup
düşündürür. Bazı kitaplar vardır, bir konuyu tek bir çerçeveden değil, pek çok
ilim sahasından istifade ederek ele alır. Bazı kitaplar vardır, en ağır
meselelerden bahsederken üslubuyla sizi sarar ve kendisini keyifle okutur.
Teoman Duralı külliyatı, işte bu saydığımız özelliklere sahip olan kitaplardan oluşuyor.
Felsefeden biyolojiye, tarihten dilbilime pek çok alana dair çarpıcı tesbitler
bulunan ve okuyucusunu düşünmeye sevk eder mahiyette olan bu kitaplar üzerine
yapacağımız söyleşiyi aslında uzun zaman önce planlamıştık. Yoğun programından
dolayı konuşmaya vakit bulamadığımız hocamızla nihayet fakültedeki odasında,
sıcak bir Ağustos günü, sıcak bir söyleşi gerçekleştirdik. Böylece bugüne kadar
hocanın kitaplarını okumamış olanlar bu tefekkür hazinelerini tanısın istedik.
Hocanın itinayla kullandığı Türkçesini anlamama ihtimali bulunanlar için bazı
kelimelerin yanına parantez ilâve ettiğimizi de hatırlatalım.
Ekrem Sakar: Günümüz Türkiyesini felsefe yapacak seviyede ve günümüz
Türkçesini felsefî dilini kuracak güçte görüyor musunuz?
Teoman Duralı: Hayır, görmüyorum. Hatta yakın geçmişe oranla daha aşağı bir
seviyede görüyorum. Diline gelince, bugünkü Türkçenin, bozulmuş ve berbat
edilmiş bu dilin, dilin zirvesi demek olan felsefeyi kaldırması mümkün değil.
E.S: Ortaçağ Hristiyanlığında dinin felsefîleştiğine, İslâm
medeniyetinde ise felsefenin dinleştiğine değinmişsiniz. Bunun iki taraf
açısından artıları ve eksileri olmuş mudur?
T.D: Bu benim yaptığım bir durum tesbitidir. İslâm
medeniyetinde felsefe ile Hristiyanlıktaki felsefenin durumuna dikkat çekmek
istedim. Hristiyanlık felsefîleştiği ölçüde din olmaktan uzaklaşmıştır.
Felsefenin İslâmileşmesi, İslâmı din olarak etkilemiyor ama medeniyet olarak
izini bırakıyor. İslâm medeniyeti 15.yy’dan itibaren dumura uğruyor. Yenilik
anlamında atılımlar görmüyoruz. Bu da büyük ihtimalle felsefenin kendini
ortadan kaldırmasından ileri geliyor. İslâmdaki felsefe çalışmaları elbette
devam ediyor ama belli belirsiz bir şekilde. Bunu çöle giren bir akarsuya
benzetiyorum. Akarsu bazen dipten gidebilir fakat bir yerden çıkar. İslâm
medeniyetinde çıkmadı. Bunun sebebi Osmanlı Devleti’nin 20yy.’ın ilk çeyreğinde
yıkılmasıdır. Bu yüzden de felsefe-bilim’e ramak kalmıştı. Değişimler ve devrimler
olmasaydı, çölün altına giren ırmak 1900’lerde yeryüzüne çıkabilirdi. Bir
birikimin yanı sıra İslâm medeniyetine Avrupa’dan gelen olağanüstü meydan
okumanın bıraktığı bir takım izler vardı. Bunlar hep kum altından yürüyen,
felsefeyi besleyecek unsurlardı.
Bir tarafta felsefîleşmiş bir medeniyet varken öbür
taraftaki medeniyetler felsefîleşmedikleri için tutunamadılar. Felsefîleşseydi
ne olurdu? İslâm bir din olarak ayakta kalabilir miydi? Kalamazdı. Batı’da
olduğu gibi olsaydı Hristiyanlık gibi ayakta kalamayacaktı ama ille de orada
olduğu gibi olması şart değil. Farklı bir felsefe yolu ve bunun yol açacağı
farklı bir medeniyet yapılanmasıyla karşılaşabilirdik. O durumda
Yeniçağ-Dindışı Avrupa Medeniyetine kafa tutacak ve meydan okuyabilecek bir
medeniyet binası karşımıza çıkabilirdi. Bu fırsat kaçırılmıştır.
AŞAĞIDAKİ BAĞLANTIDAN RÖPORTAJIN DEVAMINI OKUYABİLİR VEYA RÖPORTAJI İNDİREBİLİRSİNİZ:
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder