Bir milletin tarihi, o millete hâlihazırda tecrübî birikim
sağladığı ölçüde ehemmiyet arz eder. Dolayısıyla bir toplum mazisiyle
irtibatını koparmışsa, ne denli zengin
kültürü ve değerleri olursa olsun hafızasını yitirmiş insan gibi sersemce
yaşar. Burada yaşamaktan kasıt hayvanların da sürdürebildiği biyolojik
devamlılık olduğundan, bu yaşamak fiili sersemlikten daha kötü kelimelerle de tebdil
edilebilir. Zorunlu göçe tâbi olan (İsrail), köklü reformlar gerçekleştiren
(Fransa), ciddi rejim değişiklikleri yaşayan (Rusya) köklü milletlerin halâ
“köklü” olmasının sebebi, geçmişleriyle barışık olmaları ve gelenekleriyle
münasebeti koparmamalarıdır. Ne yazık ki aynı durum bizim için geçerli
olmamıştır. Şartlar gereği cumhuriyet rejimiyle yeni bir devlet kurduğumuzda,
yeni rejimle birlikte mazimizden ve ananevî değerlerimizden hızla uzaklaşıp
ecdadımızın başarılarıyla gurur duymamız lâzımdı, lâkin biz nefret etmeyi âdet
edinen bir ahali meydana getirdik. Nitekim kadim devletin ve izlerinin ders
kitaplarında kötülenmesi, yeni yetişen nesiller üzerinde müthiş tesirli oldu Öte
yandan bugün için konuşursak; harflerin değiştirilmesi ve daha önemlisi
kelimelerin atılmasıyla tarihî bağına âdeta neşter vurulan toplum hata
yapıldığını ve geçmişiyle ilişkisini kesmemesi gerektiğini biraz geç de olsa
anlamıştır diyebiliriz.
Türkler İslâm ile müşerref olduktan sonra sadece hudutları
geniş cihan devletleri kurmakla kalmamış, büyük bir Türk-İslâm medeniyeti inşa
etmişlerdir. Bunu mimarîsiyle, musikîsiyle, iktisadıyla vs. görmek mümkündür.
Dünya çapında büyük bir iş ortaya çıkardığı sahalardan birisi de edebiyattır.
Edebiyatta ise, asırlarca pişerek klasikleşecek seviyeye yükselen şiir ön
plandadır. Zira toplum duygu ve düşüncelerini ifade ederken nesir yerine nazmı
yeğlemiştir. Büyük ağırlığıyla hemen sadece nazma dayandığını belirttiğimiz
eski edebiyatımızın estetik temelini de şiir teşkil eder. İşin sanatsal tarafı bir
kenara, devlette belli bir kademeye gelmek isteyen kişinin buna güzel bir şiir
kaleme alarak muvaffak olması, insanların bir araya gelip şiir tartıştığı meclislerin
kurulması, halkı irşad etmekle mükellef olan mutasavvıfların araç olarak şiiri
kullanmaları, mimarî yapıların şiirle süslenmesi vs. şiirin ne kadar önemli
olduğuna dair pek çok örnek verilebilir. Padişahlar dahi şiire değer vermekle
kalmayıp şiirle iştigal etmeyi âdet edinmişlerdir. Öyle ki Talikizâde’nin
Şehname-i Hümayun adlı eserinde Osmanlı Hanedanı’na nisbet ettiği yirmi haslet
içinde “Kuvve-i şiiriyye” yani şiir yazma becerisi de vardır. Kudemanın şiirini
ululayan, lâkin aynı zamanda onlardan bir adım ileri gitmeye gayret ederek
bayrağı daima öne taşıyan bir sanat anlayışıyla hareket eden şuaramız dili
işleyerek güçlendirmiştir. Bu şiirin estetiği kendine mahsus dili ve lügatini,
mecaz ve mazmunlarını, mitolojik unsurlarını, imaj dünyasını ve estetik
kurallarını muhafaza ederek çok geniş bir coğrafyada Türkçenin edebî dil olarak
köklü bir gelenek olmasını sağlamıştır.[3] İşte geçmişimizle
bağlantıyı sağlam kurmamız gereken temel alanlardan birisi klasik şiirimizdir.
AŞAĞIDAKİ BAĞLANTIDAN YAZININ DEVAMINI OKUYABİLİR VEYA YAZIYI İNDİREBİLİRSİNİZ:
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder