Ömer Tuğrul İnançer

(Ayraç Dergisi, Sayı 43, Mayıs 2013, sf.48-51)





"TASAVVUF EDEBİYATINI ANLAMAK İÇİN İNSAN OLMAK LÂZIMDIR!"

Günümüzde tasavvuf deyince aklınıza ne gelir bilemeyiz ama bizim aklımıza Ömer Tuğrul İnançer gelir. Kendilerine tasavvufî edebiyattan başlayarak, bu edebiyata ve dolaylı yoldan tasavvufa yönelik eleştiriler minvalinde sualler tevcih ettik. Hem sorularımızı cevapladılar, hem de yanlış bilinen veya hiç bilinmeyen birçok şeyin altını çizdiler. Sözü daha fazla uzatmadan söyleşi metnini verelim:

Ekrem Sakar: Mutlak mânâda vücut güzelliğini tasvir edip öven şiirler dahi mantık itibariyle ve dolaylı olarak onu yaratanın sanat ve kudretini övgü için Allah’ı övmekle eşdeğer sayılabilir mi?

Ömer Tuğrul İnançer: Evet… Ameller niyetlere göre ölçülür. Vücut, yüz vs. güzelliği nefsin için övüyorsan nefsindendir. Allah’ın güzelliğini sevip övüyorsan, ona zaten vücut güzelliği demezler, “cemâl seyri” derler. Aynı kelimeler kullanılsa dahi o niyet “ehlince” belli olur. Herkes anlamaz. Nasıl baş ağrısının sebebinin hakikisini tabib anlarsa, hangi kelimenin ne şekilde nereye kullanıldığını da ehli anlar. Bu ehil illâ edebiyatçı olmak değildir. Edip olmak, edepli olmak, bunu anlamaya yeterlidir. Ama zannettiğimiz kadar çok edip yoktur.

E.S: Peki bu mazmunların ve remizlerin arkasına saklanıp da vücut güzelliğinin gerçek mânâsını kasteden şairler de olmuş mudur?

Ö.T.İ: Onlar çoğunluktadır zaten. Sadece Türk Edebiyatında değil; bütün Doğu Edebiyatı, Arap, Fars hatta Urdu Edebiyatında. Muhammed İkbal meselâ, onun bazı yazılarını okusan aşk romanı zannedersin, öyle değildir ama, Muhammed İkbal çok ciddi bir âşık-ı resûldur. Felsefesinin, fikriyatının, tefekkürünün yüksekliğinden dolayıdır. Yahut Ali İzzet Begoviç. Çok önemli bir fikir adamıdır.

Şimdi bu mazmunlar akıl edilmeyip, kelimeler zahirî mânâsıyla ölçüldüğü zaman zaten ortada derunî bir edebiyat, ilm-i ledün edebiyatı yoktur. Bazıları bu mazmunları inkâr ederler. “Meyhane mukassi görünür taşradan amma, Bir başka ferah başka letafet var içinde” beyti Nedim’indir. Ama bildiğimiz kafa çekilen meyhaneyi anlatmıyor ki.

Pîr-i Mugan meselâ Şeyh Galip’te, “Koyma kadehi elden söz pîr-i muganındır” diyen ehl-i sünnet Mevlevî şeyhi acaba, “Şarap kadehini elinden bırakma, meyhaneci sana doldursun” mu diyor acaba? Bunu bu kadar zâhir anlayan, bu işi anlamamış demektir. Pîr-i mugan aşk sunan zattır, şeyhtir, pirdir vs. Kadeh ise aşkın güzelliğidir. Yine Muzaffer Ozak Hz.’nin “Aşktır Asıl Şarap” diye bir kitabı vardır.

Meselâ biz şarap kelimesini lûgat mânâsında anlamıyoruz. Şarap Arapça, “içilecek şey” demektir. Müskirat haramdır, meşrubat değil. Bu kelimeden saçma sapan lâkırdı türetiyorlar. “Şer” kötüymüş, “ab” suymuş, şarap da kötü suymuş. Biri Arapça biri Farsça, ikisi yan yana gelmez. Kur’an-ı Kerim’de şarap kelimesi varmış; rakı, viski vs. yokmuş, onun için onlar sayılmazmış. Bunlar uydur uydur ipe diz; cahil bile değil, deli lâflarıdır. Deli olmak kolay, saçma bulmak zordur.

Niyazî-i Mısrî “Hamr-ı rûy-i yâr ile sekrân olan anlar bizi” diyor. Yârin yüzünün güzelliği ile sarhoş olanlar bizi anlar. Bir kadın yazarsa erkeğin, bir erkek yazarsa kadının yüzü değil ki o. Kâinatta gördüğün her şey vech-i ilâhidir. İşte o güzelliğin seyriyle sarhoş olanlar bizi anlar. “Anlamaz câhil olan, zevil-irfan olan anlar bizi”. Bütün bunları tarif ettikten sonra bu tariflerin insan mânâsına geldiğini, bu tarifleri taşımayanın hayvan mânâsına geldiğini söylüyor. Yani anlamaz hayvan olan, insan olan anlar bizi diyor Niyaz-ı Mısri. Onun için tasavvuf edebiyatını anlamak için “insan” olmak lâzımdır. Nefsinin peşinde giden, Kuran-ı Kerim’de Allah’ın tabir ettiği, “Onlar belki de hayvandan aşağıdır” tarifine uyan mahlûkat bu işleri anlamaz. Ağır olduysa oldu, ağırlığını nazar-ı itibara almam ben, doğruluğunu yanlışlığını nazar-ı itibara alırım!

AŞAĞIDAKİ BAĞLANTIDAN RÖPORTAJIN DEVAMINI OKUYABİLİR VEYA RÖPORTAJI İNDİREBİLİRSİNİZ:

Hiç yorum yok :