Kötü Yazmamak İçin Kaçınılması Gereken 10 Yanlış

(Kötü Yazmamak İçin Kaçınılması Gereken 10 Yanlış; dunyabizim.com; 03.11.2019)



Güzel bir söz, kökü sağlam, dalları göğe yükselen bir ağaç gibidir.
Çirkin bir söz de, yerden koparılmış, kökü olmayan kötü bir ağaca benzer.
(İbrâhîm 14/23-25) 

İyi yazmak, herkesin üstesinden geleceği bir beceri değildir. Anadile hakim olmak, kaliteli okumalar yapmak, ortalamanın üzerinde bir zeka seviyesine sahip olmak, belagat veya retorik bilmek lazımdır. Bu konuyu teknik olarak ele alan çalışmalar ve kişide yazma kabiliyeti mevcut ise bunu uyandırmak için atolye çalışmaları yapılan yazarlık kursları hepimizin malumudur. Gelgelelim herkes iyi yazmak zorunda olmasa dahi kötü yazmamaya mecburdur. Neticede bir metin kaleme alınıyorsa, okunmak için alınıyordur ve en azından kendini okutacak kaliteyi haiz olmalıdır. Buna binaen uzunca bir süredir kötü yazılmış metinlerde gözlemlediğimiz ve not ettiğimiz yanlışları kısaca ele almaya karar verdik.

1.       Yazım ve noktalama yanlışları yapmak: Yazılan ne kadar önemli veya orijinal olursa olsun, yapılan imla ve noktalama hataları yazıyı maalesef okunmayacak hale getirir. Word programı yazım yanlışlarından kurtulmakta bir nebze işe yarıyor; fakat noktalamayı doğru yapmayı sağlayan bir program henüz geliştirilmedi, geliştirilmesi de zor. Zira yanlış kullanılması bir yana, gerekmedikçe kullanılması da metne zarar veren noktalamanın bağlama göre değişken bir özelliği var. Noktalama işaretlerinin işlevlerinin iyi öğrenilmesi şart. Bu hususta dikkat edilmesi gereken diğer şey ise şapka kullanımı. Genellikle "toplum tarafından uzun okunulması gerektiği bilinmediği düşünülen" harflerin başına geçirilen şapka kanaatimizce, ya bütün uzun sesleri kullanırken kullanılmalı ya da hiç kullanılmamalı. Şahsen özel durumlar hariç kullanmıyor ve okuyucunun irfanına bırakıyorum.

2.       Anlatım bozukluğu yapmak: Elbette hiç kimse duygu ve düşüncelerini aktarırken anlatım bozukluğu yaptığını düşünmez. Eksiklikleri kağıt üzerinde mevcudiyet buluncaya dek zihnimizde kurduğumuz cümle bize mükemmel gelir. İtiraf etmeli ki bol bol okumadıkça ve sık sık yazmadıkça anlatım bozukluklarına bulaşmadan yazabilmek oldukça güçtür. Özne-yüklem uyumsuzluğu ve öğe eksiklikleri gibi yapısal bozukluklar hemen kendini eleverir; anlam belirsizliği ve sözcüğün yanlış yerde kullanılması gibi anlama dayalı bozukluklar ise biraz daha saklı kalırlar. Bunlardan sakınmak için anlatım bozuklukları iyi bilmelidir. Aynı zamanda yazılan metin, yazdıktan birkaç gün sonra, en az iki veya üç kere, dikkatlice okunmalıdır. Böylece kulak tırmalayan ifadeler saptanıp düzeltilebilir.

3.       Laf kalabalığı yapmak: Bir sürü söz sarfedip azıcık bir şey söyleyen, kısa ve öz anlatılabilecek bir şeyi lüzumsuz yere uzunca anlatan yazarları bazı kimseler fark etmeyebilir; hatta çekici bile bulanlar çıkar. İngilizcede verbiage adı verilen bu eylemi biraz sofistike olan bir okur hemen anlar. Bir an evvel sadede gelmeyen yazar, hem birilerinin vaktini çalar hem de soruyu bilmeyip sınav kağıdını doldurmak gayesiyle lafı uzatan öğrenci gibi kendini gülünç duruma düşürür. Ne yazık ki bilimsel (!) yazıların çoğu bu laf kalabalıklarıyla doludur. Makalenin veya tezin ortasına gelirsiniz ki asıl konunun yeni başladığı olur. Maalesef buna dipnotlar da dahildir. Reklam olsun diye alakalı alakasız "bu konuda şu kitabıma bakın" diyenler ya da "fakültede hocamdı, çok severdim" diye anı paylaşanlar dipnot kısmını çöplük haline getirirler. Roman gibi kurmaca metinlerde biraz daha özgürdür yazar, metin ona lafı uzatma hakkını verir; ancak bir gayeye matuf olarak lafı uzatmak ile laf kalabalığı yapmak arasındaki ayrım iyi bilinmelidir.

4.       Laf ebeliği yapmak: Bu da laf kalabalığı yapmaya benzer; farkı şudur: Laf kalabalığı nicelik, laf ebeliği ise nitelikle alakalıdır. Metnin manasından ziyade nasıl ifade edildiği üzerinde yoğunlaşılması, sözcüklerin anlamını hakikaten anlamaksızın kullanma ve anlamı belirsiz sözcük öbekleri yaratma fiilidir. İngilizcede verbalism denen bu yanlışa, laf salatası da denebilir. Bu yazınsal lafazanlığa itiraz edenler nadiren çıkar, başka bir deyişle eleştiri mekanizması memleketimizde gelişmemiştir; binaenaleyh bilinçli/bilinçsiz bu yanlışa düşen sayısı fazladır. Konuya hakim olunduğu izlenimi vermek ya da metne entelektüel hava katmak maksadıyla tam olarak anlamı bilinmeyen (ontolojik, psikoanalitik, postmodern vs.) kavramları yerli yersiz kullanmak da bu türden bir hatadır. Yazının başına  - ünlü bir isimden - yazının bağlamından kopuk bir iktibas yapmak, alakasız atıfları yan yana eklemek, yazıya aşırı iddialı ama ucu açık ve yüklemsiz başlıklar atmak gibi birçok türü vardır bu laf cambazlığının.

5.       Haddinden uzun cümleler kurmak: Kısa cümle uzun cümleye yeğdir. Şarkıcı Bob Dylan’ın, "İnsan kısa cümleler kuruyorsa, uzun yorgunlukları vardır" dediği türden bir nedene dayanmaz bu; düzgün ve güzel uzun cümle kurmaya herkesin yeteneği olmadığından uzunca cümleler kurmaya kolay kolay yanaşılmaması icap eder. Bazı duygu ve düşünceler parçalandıkça etkisini yitirirler yahut edebi olma hususiyetini kaybederler; işte bu durumlarda uzun cümlelere ihtiyacımız vardır. Salt edebiliği ya da bilimselliği artırmak amacıyla uzatılan cümleler metne zarardan başka bir şey vermez. Mesela aynı türden fiilimsilerin bolca kullanıldığı bilimsel yazılarda (atıp, yapıp, görüp..) çok kötü uzun cümle örnekleri bulunduğunu müşahede ediyoruz.  Şu da bir gerçek ki bilhassa son yıllarda yazılan köşe yazılarında okuma tembelliği olanları sıkmamak amacıyla alt alta kısa cümleler sarf edilmesi, anlaşılır fakat yüzeysel ve çirkin bir yazı meydana getiriyor. Her lafın yeri ve zamanı olduğu gibi uzun cümlenin de yeri ve zamanı olduğu unutulmamalı.

6.       Köken taassubu içinde bulunmak: Ülkemizde siyasi fikirler ve dünya görüşleri ne yazık ki dile de sirayet etmekte. Bir tarafta muhafazakarlık saikiyle yeni ve uydurulmuş sözcüklerden kaçınanlar var ve çelişkiye düştüklerinin farkında değiller. Misal bugün kaç kişi "yakıt" yerine "mahrûkât"ı kullanıyor? Diğer yanda ise Arapça ve Farsça kökenli diye yüzyıllardır kullandığımız kelimelere savaş açanlar ve ne idüğü belirsiz sözcüklerle ne anlatmak istedikleri belli olmayanlar duruyor. İngilizce gibi dünyanın en zengin dilleri bile böyle bir komplekse girmiyorken ve yaratıcımız "Onu Arapça bir Kuran yaptık" (ez-Zuhruf 43/3) buyurarak kutsal kitabımızdaki muarreb kelimeleri de Arapça kabul etmişken kimileri sözcük atmaya çabalıyor. Kurmaca metinlerde karaktere bağlı olarak kelime seçilebilir elbet; örneğin bir öyküde inşaat ustasının, "Hâmîsi olduğum efrâda muâmelede rikkatliyim" demesi gülünç gelir okura. Hasılıkelam günümüzde anlamı bilinmeyen ölü kelimeleri kullanmaktan da (İ.archaism), toplumda yaygınlık kazanamamış uyduruk sözcükleri kullanmaktan da (İ.neologism) - istisnai durumlar hariç - kaçınılmalı.

7.       Fazla şiirsel ya da çok kuru bir üsluba başvurmak: "Hayru’l-umûri evsâtuhâ" hadis-i şerifi mucibince üslupta dengeyi bulabilmek mühim. Şiir havası yakalamak adına anlamı bulandırmak ve konuyu müphemleştirmek okuyucuyu yazıdan uzaklaştırır. Çünkü düzyazı, şiir gibi doğrudan hislere hitap etmediğinden akıl ile muhatap olunduğu dikkatten kaçmamalıdır. Tam aksine, hiçbir estetik zevke hitap etmeyen, sırf anlaşılmak kasdıyla, kupkuru bir üslupla yazılmış yazılar da okuyucuya cazip gelmeyen metinlerdir. Aynı kelimeleri tekrar etmek yerine kimileyin eşanlamlılarını kullanmak, ibtizale uğramış (çok kullanımda olduğundan değerini yitirmiş) kelimeler yerine daha çarpıcı sözcükler seçmek, cümle uzunluklarını arada bir değiştirmek, araya bir soru cümlesi yerleştirmek vs. basit tekniklerle yazıdaki yeknesaklık pekala kırılabilir. Yazının üslubunun nasıl olacağını büyük oranda belirleyen şey metnin muhtevasıdır.

8.       Bilgi yanlışı ya da hırsızlığı yapmak: Hırsızlığın çeşitli isimleri var. Söz gelimi birisinin zorla parasını çalmak gasp, haberi olmadan malını çalmak soygun; bir kurumdan üç kağıtçılıkla para aklamak da hortumculuk olarak tanımlanıyor. Birinin metnini çalmaya ise intihal diyoruz ve yaptırımı diğerleri kadar ağır olmadığı için en çok görülen hırsızlık türlerinden biri. Özellikle internet hem bilgiye ulaşma, hem de onu kopyalama konusunda oldukça pratik bir alan. Yalnızca bilimsel metinlerde değil, kurmaca metinlerde de söz konusu bu. Ünlü yazarların (esinlenme bahanesinin ve metinlerarasılık tekniğinin çok ötesinde) yazıp çizdiklerini başka eserlerden nasıl sinsice adapte ettiklerini tespit edip bize gösterenler çıkıyor. Su yüzüne çıkarıldığında sadece metnin değil, yazarın da itibarını yerle bir eden bir suç bu. Ayrıca intihal fark edilmese bile yanlış bilgiyi tekrar ettirme, fikirlerde çelişkiye düşürme ve üslup birliğini bozma gibi problemlere neden olabiliyor. En iyisi yapılan alıntıları tırnak içinde göstermek ya da tesiri altında kalınan metni okurdan gizlememek. Nitekim alıntılamak ayıp bir şey değil.

9.       Hitap kitlesini kale almamak: Büyük oranda yazının konusu ve türü okuyucu kitlesini üç aşağı beş yukarı belirler. Yazar, muhatap olacağı okurları göz ardı etme yanlışına düşünce, okuru kendine küstürebiliyor. Faraza "bu zaten bilinir" ya da "izaha lüzum görmüyoruz" gibi ifadeler, bilmeyen ve izaha ihtiyaç duyan kimselere kırıcı gelebilir. Bu ifadelerden kaçınılması, herkesin malumu olan her şeyin çocuğa anlatır gibi anlatılması anlamına da gelmez tabii ki. Bunun yanı sıra "bu tarihimizde çok önemlidir" veya "toplum bunu çok sever" nevinden beylik cümleler metne ukalaca bir hava katabilir. Kinayeli konuşmak, imalı mesajlar vermek, üstü kapalı tahfiflerde bulunmak vs. yerinde ve zamanında güzel ama yazının sıhhatini korumada risk taşıyan edimlerdir. Hitap kitlesi neyse ona uygun bir dil ve üslup kullanmak en iyisidir. Okuyucunun aklıyla alay eden yazarlar nihayetinde kendileri çalıp oynayamaya duçar kalırlar.

10.   Teknik meseleleri bilmemek: Dilbilgisini, yazım tekniklerini, edebi türleri iyi bilmeyen kişi temelden yanlış bir metin kuracaktır. Mesela roman görülen geçmiş zamanla (-dı) anlatılıyorsa, o esnada sürmekte olan başka bir olay bunun hikayesiyle (-yordu) yardımıyla verilir; daha evvel olan bir şey öğrenilen geçmiş zaman (-mış) kipiyle verilirken ondan da önce geçmiş bir hadise onun hikayesiyle (-mıştı) ifade edilir. Öykü 1. teklik şahıstan (ben) anlatıldığında, 1. kişinin bilemeyeceği ya da anlayamayacağı şeylerin aktarılması; keza 3. teklik şahıstan (o) anlatılan hikayede de 1. kişinin düşünebileceği şeylerden bahsedilmesi büyük teknik kusurlardır. Bilimsel metinlerde ise bizdeki adet 1.çokluk şahıs üzerinden konuşmaktır; yani yaptım ettim yerine yaptık ettik, kimileyin yapmacık da olsa saygın bir üslup ortaya koymamıza yardımcı olur. En sağlamı ise çalışmayı edilgen şahıs üzerinden anlatmaktır. Teknik kusurlar, uzadı uzadıya üzerinde düşünülmesi iktiza eden bambaşka bir meseledir.

Hiç yorum yok :