("Türkçe Evrenin Tarihi ya da Tarihî Evrenin Türkçesi", Dil ve Edebiyat dergisi, Sayı 193, Ocak 2025)
Tractacus Logico-Philosophicus'unda "Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır." diyen Wittgenstein, "dil" ile "önerme"leri, "dünya" ile "olgu"ları kastetmiş olmasına karşın bu sözdeki "dünya"yı literal anlamda yorumladığımızda, dilimizin sınırları ile sadece dünyamızı değil, dünyamızın dışını da sınırladığımızı söylememiz mümkündür. Çünkü ne zaman dikkatimizi dünyamızın haricine, yani mavi gezegenimizin dışına çıkardıysak, gözlemlediklerimizi anlamlandırmak için daima iç ve dış dünyamızda karşılıklar bulmuşuzdur. Örneğin sabah vakti güneşin ortaya çıkmasını gün "doğumu", ortadan kaybolmasını ise gün "batımı" addederiz. Oysaki bilim, doğan veya batan bir şey gün/güneş olmadığını beyan edeli yüzyıllar geçti. Yine güncel astronomi verileri yıldız kayması diye bir şey olmadığını izah etmesine rağmen biz yine de yıldızların kaydığını hayal ederiz. Keza "uzay boşluğu", "kara delik", "solucan deliği" gibi ifadeler, uzayın derinliklerini keşfedecek teknolojiye sahip olduğumuz zamanlarda bile göksel cisimleri ve hadiseleri yeryüzünde tanıdığımız nesnelere teşbih ettiğimizi ve algıladığımız olaylarla benzerlik kurarak yorumladığımızı ispatlar niteliktedir. Sonuç olarak bunların hepsi, evreni nasıl gördüğümüzle ve gördüklerimizi neyle irtibatlandırdığımızla alakalıdır.
AŞAĞIDAKİ BAĞLANTIDAN YAZININ DEVAMINI OKUYABİLİR VEYA YAZIYI İNDİREBİLİRSİNİZ:
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder