El Vedûd yahut Yâ Sabur

(El Vedûd yâhut Yâ Sabur; dunyabizim.com; 26.08.2018)





Kitapçılara girdiğimde daha ziyade eski kitaplarla alakadar olmama rağmen merak saikiyle “çok satanlar” raflarına göz atarım. Zira ahalinin küçük bir kısmını teşkil eden kitap okuyucularının nelere teveccüh ettiğini veya birilerinin topluma ne okutturduğunu buradan takip etmek mümkündür. Geçenlerde böyle kitap kapaklarına bakarken dikkatime çarpan bir kitap oldu, üzerinde “El Vedûd” yazıyordu. Dini bir kitabın çok satanların arasında olması benim için şaşırtıcıydı. Kitabın yazarı olan Tuğçe Işınsu ismi bir yerden kulağıma çalınmıştı ama kim olduğuna dair bir malumatım yoktu. Master’ımı bir  esmâ-i hüsnâ şerhi üzerine yapmam hasebiyle kitabı elime alıp karıştırdım ve fark ettim ki dini kitap fuarlarında yıllardır alıcısı olan Arif Pamuk’un Esmâ-i Hüsnâ Sırlar ve Şifalar Ansiklopedisi tarzı kitaplarının daha cazibedar ve popülize edilmiş bir haliydi. Hem “Yezid’e küfredeceğime Hüseyin’e rahmet okuyayım” diye iyi kitaplara dair yazma kararı almış olduğum hem de ne yazdıysam hiçbir şey değişmediğini gördüğüm için uzun zamandır kötü kitaplar hakkında eleştiri yazmıyordum. Ancak Mecelle’de yer alan “def-i mefâsid celb-i menâfiden evlâdır” fehvâsınca 160 baskı yapmış bu kitap hakkında yazmanın lüzumlu olduğu kanaatine vardım.

Havâss-ı Esmâ-i Hüsnâ

Esasında Allah’ın isim ve sıfatlarını zikretmenin mahlukat üzerindeki tesirlerini ele alan kitapların uzun bir geçmişi var. Yüzyıllar boyunca bu konuda kitaplar yazılmış ve halk bu kitaplardan istifade etmiş. Havâss kelimesi, “avama değil, mümtaz bir sınıfa ait olan” anlamında kullanılan “hâss” sözcüğünün çoğulu. Havâss-ı esmâ-i hüsnâ’yı da “Çeşitli özellikler taşıyan Allah’ın isimlerini belirli şartlarda, muayyen miktarda ve spesifik zamanlarda, usulüne uygun tarzda okuyan kişinin birtakım dileklerine ulaşabilemesi için kağıda geçirilen formüller” olarak tanımlayabiliriz. Söz gelimi “kişi her gün kuşluk vaktinde 33 kere ve kıbleye dönerek ‘yâ Kahhâr’ demek suretiyle kendisine haset eden düşmanlarından halâs olur” dediğinizde bu mevzuya girer.

Ayrı ayrı manası olan ilahi isimlerin insanların üzerinde tesirli ve faydalı olduğu itikadı Müslümanlar arasında eskiden beri yaygındır. Tarikatlarda tevhid (lâ ilâhe illallah) ve lafza-i celâl (Allah) yanında mürşidlerin müridleri için ders olarak belirlediği isimler vardır ki buna vird adı verilir. Ferdî veya toplu olarak esmâ-i hüsnâdan bazı isimler zikredelerek feyzinden istifade edilir. Halk tabakası ise genellikle manevi gelişiminden ziyade müşküllerinden kurtulmak gayesiyle esmâyı zikretmeyi tercih eder.  Hastalık, fakirlik, geçimsizlik, uğursuzluktan kurtulma, doğal afetler vb. sıkıntılardan uzaklaşmak ya da ilim talebi, dünyalık elde etme, çocuk sahibi olma, kısmet açma vb. dünyevi arzularına ulaşmak maksadıyla ilahi isimlerin gücünden faydalanmak isteyenler; hangi ismin ne zaman, ne miktarda ve ne şekilde okunması gerektiği bilgisine sahip olan kimselerin eserlerine müracaat ederler.

“Ey insanlar! İşte size Rabbinizden bir öğüt, kalplere bir şifa ve inananlar için yol gösterici bir rehber ve rahmet (olan Kur’an) geldi.” (Yûnus/57), “Biz Kuran’dan, müminler için şifa ve rahmet olacak şeyler indiriyoruz. Zalimlerin ise Kuran, ancak zararını artırır.” (İsrâ/82), “(…) De ki: ‘O, inananlar için bir hidayet ve şifâdır’.” (Fussilet/41) gibi ayetlerin yanı sıra bazı hadis-i şerifler kaynak alınarak birçok kitaplar yazılmıştır. Şeyh Şihâbüddîn et-Tebrîzî’nin Havâssu Menâfii Esmâillâhi Teâlâ, Nahîfî’nin Şerh-i Şâfî ez-an Nahîfî, İmâm Şebrâvî’nin Şerhu Esmâlillâhi’l-hüsnâ ve Havâssuhâ, Seyyid Süleymân el-Hüseynî’nin Kenzü’l-Havâss, İbn Îsâ-yı Saruhânî’nin Şerh-i Esmâ-i Hüsnâ adlı kitapları bunlara örnek olarak verilebilir. Hatta ilahi isimlerin hikmetlerinin anlatıldığı esmâ-i hüsnâ şerhlerinin çoğunda önceden tayin edilmiş adet, zaman ve mekan verilmeden hangi ismin çokça zikredilmesinin nasıl feyizleri olacağına değinilmiştir. Rızık darlığında olanın “Rezzâk”, hastalıktan ızdırap çekenin “Şâfî”, günahlarının affolunmasını isteten birinin “Afüvv” isimini zikretmesi gibi.

El-Vedûd

Görüldüğü üzere ilahi isimlerin hangilerinin ne zaman, nerede ve ne şekilde okunacağı bir ihtisas alanıdır ve dini ilimlerle ciddi bir meşguliyeti olduğuna dair bir bilgiye ulaşamadığım Işınsu’nun böyle bir kitap yazması ve toplum tarafından itibar görmesi açıkçası benim için endişe verici oldu. Yazarın bu konularla ilgili bir uzmanlığı olmadığı gibi kullandığı kaynakların ne olduğuna dair hiçbir bilgi vermemesi, olayın vehametini arttırmış. “Spiritüel Danışmanlık” yapanların esmâlar hususunda bilgisini doğrudan Cenâb-ı Hakk’tan keşf ve ilham yoluyla aldıklarını düşünmüyorum. Dolayısıyla mutlaka istifade ettiği kaynaklar olmalı. Elbette bu tenkidime “Aman efendim, ne lüzumu var, araştırma kitabı değil ki bu” diye itiraz edenler olabilir. Evet, popüler bir neşirde dipnot ve kaynakça hususunda gevşek davranmak caizdir; fakat ele alınan mevzu son derece ehemmiyeti haizdir. Bir insan, yanlış veya gereğinden çok esma zikrettiği zaman birtakım manevi ve psikolojik rahatsızlıklar geçirebilir. Haliyle bu işin hafife alınacak bir tarafı yoktur. “Dünyanın her yerinde binlerce danışan ile çalışmalarını sürdüren” yazarın bu sorumluluğu üstlenebileceğinden emin değilim.

Kaynaktan bahsetmişken, Kuran ayetlerini bulmak kolay olacak yerleri belirtilmiş ama “değerli hadisler” başlığı taşıyan hadislerde (demek ki değersiz hadisler de varmış) böyle bir şey yok. (s. 208-209) Alt alta alıntıladığı hadislerin kimisinde “hadis-i şerif”, kimisinde “hadisi şerif”, kimisinde ise sadece “hadis” yazması hadi yalnızca benim gibi imlaya dikkat edenleri rahatsız eder ama o hadisleri nereden aldığını biz nereden bileceğiz? Sadece parantez içinde kitap ve muhaddis isimleri geçiyor. İbn Mâce’ye “İbn-i Mace” ve İbn Adî’ye “İbn-i Addy” yazması doğrusunu söylemek gerekirse bunların google’dan bile alıntılanmış olabileceği ihtimalini kuvvetlendiriyor. Tamam, hadis kitaplarından hadis bulması kolay iş değil, ancak en azından bir tanıdığına el-Mektebetü’ş-şâmile falan kullandırtırarak kitaptaki yerlerini söyleyebilirdi.

“Hayattan umudunu kesmiş birinin edeceği dua, sevgiye muhtaç olanların yoluna ışık olacak bir uygulama, bir hastanın belki şifa umudu ya da gücünü keşfetmek için fırsat arayan bir kalbin istediği formül bu kitapta toplandı” diyor Işınsu kitabının girişinde. Bu tip duaları ilk defa toplamışçasına kendi çalışmasını methetmekte serbest, lakin şuna da değinmeliydi: Ya tutmazsa? Mesela kitapta evlilik ile ilgili birçok kısım var. Bu kitabı alıp Işınsu’nun yazdığı formülleri tatbik etmesine karşın hala kısmetini bulamayan bir hanım kızın önce dualara sonra da dine karşı itikadı sarsılırsa ne olacak? Çünkü formüller öyle bir yazılmış ki bilmem kaç kere bunu söylersen şu olur nevinden bir üslup kullanılmış. Halk tabakasına hitap eden bir yazarın bu kadar iddialı olması hiç doğru değil.

Kitapta geçen esmâların hemen hemen hiçbirinde şapka yok. Kalınını, incesini, pelteğini, hırıltısını geçtim; bari ilahi isimdeki hangi hecenin uzun okunacağını belirten bir düzeltme işareti konulmaz mı hiç! İnsanlara “1000 kere her gün YA BAKİ esması okunur” derken gerçekten o ismi hakkıyla zikredebilmeleri için evvela o ismi hakkıyla söylemeleri icap ediyor. “Baki” nerede, “bâkî” nerede. Özel okuma dediği başka bir yerde 707 defa “ya varis” esma okuması ile devam edilir diyor. Varisi görünce benim aklıma bacakta çıkan varis geliyor. Keza “yavaris-yavaris-yavaris” denince de ağızdan çıkan kelime bir Yunan adasını çağrıştırıyor. “Yâ Vâris” yazması çok mu zor peki? Değil. Peki neden böyle şapkalar falan koymamış yazar? Bence cevabı bilgisizlikten çok özensizlik. Sureler de aynı şekilde hiçbir transkripsiyon işareti konulmadan kopyalanıp yapıştırımış. En azından hangi sure oldukları yazıyor da, aklını biraz kullanan bir okuyucu onun yerini Kuran’da bulup okuyabilir.

Karia suresiyle “telepatik bağ kurmak”, nasrun minellahi ve Fethün karîb ile “blokajı kaldırmak”, la ilahe ente sübhaneke inni küntü inezzalimin inna lillahi ve inne ileyhi raciün deyip “aura temizlemek” okuyucunun hoşuna gidiyor olabilir. Zaten buna karışmak haddimiz değil. Neticede bu arz-talep dengesine dayanan bir piyasa ve herkes topluma istediğini yedirmekte özgür. Eskiden beri böyle olmuş zaten. Bizim burada itirazımız bir havas ilminin ehliyetsiz bir kalem tarafından özensizce popüler neşir haline getirilmesi. Nasıl ki fizik bilimi içinde atom fiziği bir ihtisas alanıysa, dinin bazı konuları hakkında yazmak da özel uzmanlık ister ve bu şekilde pazarlamaya ait edilmesi son derece üzücü. Bu durum karşısında elimizden tek gelen sabretmek ve “yâ sabur” esmasını zikretmek olacaktır.

Hiç yorum yok :