Feyz-i
rûhu'l-kudse mazhar Hazret-i İbnü'l-emin
Etdi
son asrın sühân sencânına ilkâ-yı rûh
Ahmed
Remzi Akyürek
Bazı insanlar
imza attıkları çalışmalarla kendilerinden sonra gelen nesillere faydalı olmayı
sürdürerek adlarını tarihin altın sayfalarına yazdırmışlardır. Bunlardan birisi
de 1957 yılında tam bugün hayata gözlerini yuman İbnülemin’dir. Yıldız Sarayı
arşivlerini düzenleyen ve kendisi de büyük bir arşivci ve ilim meraklısı olan
İbnülemin Mahmud Kemal İnal; sadece öğrenmekle, okumakla ve arşivlemekle
yetinmemiş, elde ettiği malûmatı muhtelif şekillerde neşrederek Türk kültürüne
büyük hizmeti olmuş bir zât-ı muhteremdir. Üstelik Osmanlı’nın çöküp Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurulduğu, yani bir medeniyetin dağılıp yeni bir uygarlığın
inşa edilmeye çalışıldığı kritik bir devirde yaşamış ve unutulmaya yüz tutmuş
Osmanlı ilim ve sanat hayatını belgeleyerek muhafaza altına almıştır.
Gazetelerde neşrettiği mühim yazıların yanı sıra Son Hattatlar, Hoş Sada,
Osmanlı Devrinde Son Sadrazamlar gibi millî hafızamıza muazzam katkıları
olan İbnülemin’in çok ama çok önemli eserlerinden biri de Son Asır Türk
Şairleri ’dir.
Bilindiği üzere
geleneğimizde şairlerin hayatının yer aldığı eserlere şair tezkireleri adı
verilir ve bu eserlerdeki bilgiler Avrupa’daki biyografi ananesiyle yahut
günümüz biyografi anlayışıyla mukayese edildiği takdirde son derece mahduttur,
aynı bilgiler tekrar edilir ve fazlasıyla öznel yorumlar ihtiva ederler. (Elbette
bunu olumsuz bir durum olarak algılamamak gerekir, zira biz ferdiyetçiliğin
güçlü olmaması ve toplumda şahıslardan çok kamuya yaptıkları hizmetin
ehemmiyetli görülmesi bakımından Batı toplumundan farklı özelliklere sahiptik.)
İbnülemin’in en büyük özelliği, bir devir kapanırken elinden geleni ardına
koymayarak toplayabildiği bütün bilgileri kâğıda aktarmasıdır. Bu sayede mezkûr
kitap bugün Osmanlı’nın son devrinde yaşamış bir şair hakkında tetkikat
yaparken başvurduğumuz ilk kaynak olma hususiyeti göstermektedir.
Şairlerin
Hayatı Hakkında Malûmat Toplamak Kolay Bir İş Değil
Kitabına
başlarken marifetli insanların eserlerinin unutulmaya mahkûm olması durumunda
medeniyet alanında ilerlemenin zor olacağını belirten müellif neden böyle bir
hizmete giriştiğini izah eder. Daha sonra Türk şairlerin hayatlarına dair
yazılan tezkirelerin dökümünü yapar. Ardından İbnülemin, bu çalışmasını çok güç
şartlar altında yaptığını anlatır. Zira birçok kıymetli zat hakkında topladığı
evrak ve vesaik Fransız ve İngiliz askerleri tarafından yağma ve imha edilmiştir.
Yani yararlandığı kaynaklar elinde kalanlardır. Ayrıca ölen şairlerden
birisinin oğluna babası hakkında en basit bilgileri merak edip de öğrenmediği
zamanlar olması, bir şairin vefatını tahkik için kabrini arayıp bulduğunda taş
dikilmediğini ya da bir takım sebeplerle kırıldığını görmesi, onun karşısına
çıkan güçlüklerden sadece birkaçıdır. Bazı şairlerin oğullarının, babaları
hakkında malûmat vermeyi reddettiğini, çünkü kendisinin bu malûmatı neşrederse
binlerce lira kazanacağını ama kendilerinin hiç bir şey kazanmayacağını ve
doğal olarak cevap vermediklerini ironik bir dille anlatır. Kaynaklarının
sınırlı olmasında, yangın gibi afetlerde kaybolan evrakların da rolü vardır.
Kitapçılarda her kitabın bulunmadığı, bulsa da nadir kitaplar için fahiş
fiyatlar çekmelerinden yakınır. Bilâhare bu kadar zorluk çıkınca “artık son
çare mezarlarının başına oturup kendilerine sormak olacak” der.
Vefat eden şairlerin
hayatını araştırmanın yanında berhayat olanların hayatı hakkında malûmat
edinmek de müşküldür. Çünkü kimisi kendisi hakkında konuşmayacak derecede
tevazu sahibidir, kimisi ise bilgi alınamayacak kadar nazlıdır. Bazısı hayatı
hakkında yazı göndereceğine söz verse de seneler geçmesine rağmen yollamaz.
Hatta bazılarının yüzünü bir daha göremez. İbnülemin çok naz âşık usandırır
mucibinde "Ben kendimden ziyade kendilerine hizmet ediyorum" diye
serzenişte bulunur. "Böyle bir eser meydana koymak için çektiğim
zahmetler, ihtiyar ettiğim tekellüfler, bana bir fâide temin etmeyecektir."
diyerek pragmatist bir niyetle hareket etmediğini belirtir. "Evlâd-ı
vatandan biri, bu eserde aradığı bir şeyi bulur, az çok istifade eder de mahzûz
olursa benim fâidem, işte o mahzuziyettir. Hele o veled-i necip, mürüvvet eder
de nâm-ı hakîrânemi rahmetle yâd eylerse, işte o zaman zahmetimin mükâfatını
görmüş olurum." diyen müellif bu
kadar gayret göstermesindeki tek gayesinin gelecek nesillerin istifadesine bir
eser sunmak olduğunu söyler. Buna karşılık olarak ise yalnızca adının rahmetle
yad edilmesini arzulamaktadır.
Usul Olmadan
Vusul Olmaz.
Kitabı yazarken
karşılaşılan bir başka problem, esere kimin alınıp alınmayacağıdır. Şairi
müteşairden (şair geçinen) ayırmak başlı başına bir meseledir. Daha büyük sorun
ise şiir tayininde devreye giren öznel beğeni duygusudur. İbnülemin muhtelif
şair ve müelliflerin şair tariflerini verir. Bilâhare şiirin herkesin zevkine
göre değişmesinden ötürü birinin şiir olarak kabul ettiğini başka birisinin
nazım olarak bile addetmediğini, fakat zevklerin farklılığının gerçekten de
kıymetli olan bir söze değerinden bir şey kaybettirmediğini anlatır. Zira güzel
daima güzeldir, çirkin de her vakit çirkindir. Kısacası ister istemez zevkine
göre hareket ettiğini ama bunun ne bir şairin ne de bir şiirin kıymetini
etkilediğini söyler. Kitabına sadece koca eserler yazıp edebiyat tarihine adını
yazdıranları değil, az bir şiiri olanları da aldığını söyleyen müellif, "eğer
maksud ererse mısra-ı berceste kâfidir" der. İbnülemin, en küçük tenkidi
bile kabul edemeyenlerinlerin de çıkacağını biliyordur ve buna hazırlıklıdır. Vezin
meselesine gelince, şiir güzel olduktan sonra aruzla yazılmış, heceyle yazılmış
diye ayrım yapmamıştır. Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa, Recaizade M.Ekrem ve
Abdülhak Hamid gibi meşhur şairler hakkında çok yazılan çizilen olduğu için
tekrarlamamak adına onların hayatını özetle yazdığını söyler. İlmî neşir olsun,
popüler yayın olsun basılan eserlerin lâf olsun torba dolsun diye şişirildiği
bir devirde yaşayan birisi olarak hassaten müellifin bu tutumunu takdir etmemek
mümkün değil.
Fatin
tezkiresinde eksik kalan biyografilerden bazılarını tamamladığına değinen
İbnülemin, şiirleri olduğu hâlde yer
vermediği kişilerin çoğunun ehemmiyete haiz olmadığını söyler. Ancak haberdar
olmadığı için yer vermediği şairler de olabileceği hakikatini göz ardı etmemek
gerekmektedir. Onlardan kendilerini mazur görmelerini ister. "Gaibten
malûmat almağa, malûmat vermeğe muktedir olmadığım gibi terceme-i hâllerini ve
eserlerini tevdi etmemekte ısrar edenler hakkında da kuvve-i cebriye istimaline
ne hakkım ne de kudretim vardır." diyerek elinden bir şey gelmediğini
kinayeli bir ifadeyle beyan eder.
Bazı şairlerin
hayatını kendi ulaştığı evrak ve malûmata dayanarak anlatır, bazılarını ise
şairin kendi ağzından verir. Bir şairin hayatını anlatırken genel olarak
şunlardan bahseder: Şairin babası ve dedesi kim, ne zaman ve nerede doğdu,
berhayat değilse ne zaman öldü, mezarı nerededir, ne işle uğraştı, hangi
vazifelerde bulundu, biadlı ise hangi tarikata mensuptu, mizacı nasıldı, fiziki
özellikleri ve kılık kıyafeti nasıldı, başına gelen ilginç hadiseler nelerdi,
dili ve üslubu nasıldı, eserlerinin künyeleri nelerdir? Ayrıca şairin bir
resmini ekler ve şiirlerinden örnekler verir.
İbnülemin diğer
eserlerine kıyasla (Kemal adını kullanarak) bu eserin adını Kemâlü'ş-Şuarâ
olarak düşündüğünü lâkin çalışmasının Türk Tarih Encümeni'nce Son Asır Türk
Şairleri unvanını aldığını ifade eder.
Sırf dipnotları için bile okunur.
İbnülemin’in dipnotları ehemmiyetli olduğu kadar ilginçtir de. Hatta yer
yer tebessüm ettirir. Müellif dipnotta bazen biyografiyle doğrudan
ilgisi olmayan bir olaya yer verir. Bazen alıntıladığı şiire dipnot düşerek şiiri
eleştirir. Meselâ şiirdeki bir kelimeyi beğenmeyerek o değil de şu kelime
yazılmalıydı der. Hayatına yer verdiği şairle görüşmüşse şairle ilgili bir
anısını anlatır. Kimi yerlerde şairin yaşadığı veya söylediği bir hadise üzerine
yorum yapar. Hatta kızdığı birilerine cevap yetiştirir. Bununla da kalmaz
okuyucuyla karşı karşıya oturuyormuş gibi kendi başına gelen benzer bir olaydan
söz eder. Kitabın dipnotlarını okumak öğretici olduğu kadar eğlendiricidir de.
Sadece dipnotlarda değil, asıl
metinde de bugünün gözüyle sansasyonel diyebileceğimiz ifadeleri vardır
İbnülemin’in. Söz gelimi Nevres Paşa için “Nevres Paşa’nın nazımları âdi
şeylerdir”, Makbule Leman için “Yazılarının çoğunu yatakta yazmıştır” der.
Tutar, Ziver Paşa'ya hicviyye yazan Bayburtlu Zihni'ye dipnotta bir dörtlükle
haddini bildirir: "Zîverin şiirini takbih eden / Koca Bayburdluya bak kim
ne diyor // Yandı cisminde hasedden cesedi / Gibi saçma saçarak herze
yiyor".
Son olarak
İbnülemin’in bin dereden su
getirerek hazırladığı bu eser hem kültür hem de edebiyat tarihimiz için paha
biçilmez bir hazine değerindedir. Araştırmacıların daima başvuru kaynakları
arasında bulunan bu kıymetli çalışmanın müellifi, kitabının mukaddimesinin sonunda
şöyle demiştir: "Nefs-i hakîrânemi milletin en âciz fakat en hâlis
hâdimlerinden addettiğim için kirâm-ı ahlâfın nâm-ı nâçizânemi hayır il yâd
etmelerinden başka emelim yoktur. Semere-i hayât, hayır ile yâd
olunmaktır". Görünen o ki zât-ı şerifleri emellerine ulaşmışlar, zira
üstadın ismini sadece vefat yıldönümünde değil, her zaman rahmetle anıyoruz.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder