Yıl 2014. Onur ve Banu Ertuğrul adlı
çiftimiz dilde dolaşımı çok azalmış ya da tedavülden tamamen kalkmış
kelimelerimize dair bir farkındalık yaratmak istiyorlar. Söylenişi güzel olan
sözcükleri alıp özene bezene hazırladıkları belli olan kart şeklinde bir
şablona yerleştirerek altına manasını, hangi dilden geldiğini ve hangi
kökten/kelimelerden türetildiğini/evrildiğini/oluşturulduğunu yazıyorlar. Onu
takiben yaptıkları kelime kartlarında da muhtelif kitaplardan bu kelimenin
geçtiği cümleleri iktibas ediyorlar. Bunu twitter üzerinden yayınlayınca yüz
binleri bulan takipçileri oluyor. Paylaştıkları kelimelerin anlamlarıyla güncel
olaylara atıf yapınca popülariteleri daha da artıyor. Lûgat 365 adını verdikleri
bu projenin doğal olarak taklitleri türüyor, ancak bu, bizimkilerin marka
olmasına bir engel teşkil etmiyor. 2015’in sonunda “Allahaısmarladık”
kelimesiyle dijital faaliyete son veriyorlar. Twitter’daki macerası sona erse
de marka değeri devam eden Lûgat 365’teki kelimeleri, “Güzel Kelimeler Dükkânı”
namıyla web sayfasında pazarlıyorlar. O güzel olan kelimelerimizin yazılı
olduğu defterleri, bez çantaları, posterleri, taşları, cam kupaları halen
satıyorlar. En önemlisi de “Lûgat 365 – Bazı Kelimeler Çok Güzel” adıyla
kitaplaştırılması.
İşin pazarlanmasına diyecek bir
şeyimiz yok, Allah bereket versin. Bilindiği üzere pazarlama, çağımızın
anlam-değer dünyasını şekillendiren en önemli olgulardan birisi. Sadece
materyaller değil, sosyal medya hesapları üzerinden insanlar kendilerini de
pazarlıyorlar artık. Bu pazarda kelimeler niçin yer almasın? Yapılan işin eleştirilecek
bir tarafı da yok. “Aman efendim, hep Arapça Farsça kökenli kelimeler var” diye
sızlananlara kulak asmamak lâzım. Üstelik “Hayhuy” gibi Türkçe kökenli
kelimelere yer verilmiş. Verilmeseydi ne olurdu ki? Belki ahali arasında şapka
adı verilen düzeltme işaretlerinin kullanımı tenkit edilebilir. Şapka koyarken
telaffuzu esas aldıklarını düşünmek istesek de olmuyor. Sözgelimi “maşuk”
sözcüğüne ‘a’ koymuşlar. O tamam da, uzun ünlülerin bazılarına şapka koyup
bazılarına koymamaları tutarsızlığa neden oluyor. Neyse canım, böyle teknik bir
mesele kaç kişiyi rahatsız etmiştir ki! Geçelim.
Kelimeleri iyi hoş pazarlanıyor,
fakat kullanmadıktan sonra neye yarar diye düşünen oldu mu acaba? Kelimelerin
unutulması/unutturulması apayrı bir mevzu. Biz bugün niye kullanılmadığımızı
bir düşünelim. Kimimiz bu kelimeleri kitaplarda görünce anlıyor ama kullanmıyor.
Belki cümle içinde kullanacak yer bulamıyor (Birisine “Vakanüvis misin sen?”
diye soramaz ya), belki bilmem ne derler diye çekiniyor (“Çok şikemperver bir
adam o” “Şikemperver mi? Risale-i Nur okurken mi öğrendin o kelimeyi? Yoksa
cemaatçi misin sen?”), belki yazdıklarının anlaşılmadığına dair eleştiri alıyor
(“Binaenaleyh yazmışsın burada” “Ee?” “Kim anlayacak o sözcüğü, kullanma şöyle
kelimeler”) belki de izah etmekle uğraşmak istemiyor (“Çok müşkülpesentsin be
kanka!” “O ne demek ya?” “Zor beğeniyorsun yani” “Öyle desene o zaman. Ne o,
müşkülpeser mi, ne demiştin?”). Kimimiz kullanmaya kullanmaya unutmuş, ara sıra
ağzına dolanıyor (“Okulla aran iyi değil galiba. Biz mektebe giderken… Okula
yani.”) Kimimiz bu kelimeleri hiç görmemiş, duymamış; haliyle hemen öğrenip
kullanması kolay iş değil (“’Kıtıpiyoz’ düşük nitelikli, değersiz demekmiş.
Nerede kullanılır ki bu? Kıtıpiyoz bir insansın denir mi? Ya da Türk lirası
kıtıpiyoz artık?”)
Ölü kelimeleri diriltmek iki şekilde
gerçekleştirilir. Bunlardan ilki, dilimizde zaten kullanılmayan veya zamanla kullanılmaktan
düşmüş olan kelime ve dil tabirleri güzel bir şekilde yeniden kullanarak revaç
bulmasını, yeniden kullanılır hale gelmesini sağlamaktır ki buna eskiler
“terviç-i elfaz” der. Bizim bahsettiğimiz budur. İkincisi ise vaktiyle
kullanıldığı hâlde kullanımdan düşmüş sözcükleri yazıya sokuşturmak değildir ki
eskiler buna da “mehcûr” derlerdi ve garâbet sayılıp fesahat kusuru olarak
kabul edilirdi. Meselâ “ateş” kelimesi Farsça kökenli ama ben Türkçe kökenli
“od” sözcüğü kullanayım diye niyet edip arkadaşınıza “Odunu versene sigaramı
yakacağım” derseniz kalkar – bulabilirse - size yerden bir odun verir.
Kelimelerin sadece bardakta değil,
idrakta da kalması için bir tek yol var: Okumak. Tweet okumaktan söz etmiyorum
tabii ki. Güzelim kelimeleri güzel biçimde kullanan yazarları; Yahya Kemal’i,
Ahmet Hamdi Tanpınar’ı, Refik Halid Karay’ı, Peyami Safa’yı, Cemil Meriç’i
okumaktan bahsediyorum. Bundan gaye toplumun kalbini, raftan kaldırılmış
kelimelere ısındırmaktan ibaret. Eski olan şeyin bazen antika gibi daha da
değerlendiğini, yabancı kökenli bir sözcüğü kullanmanın dilimize zararı
olmadığını ve Arapça bir kelime kullanmanın bizi Araplaştırmadığını benimsetirsek
kâfi. Ondan sonra kelimeleri kullanıp kullanmamak halkın irfanına kalır.
Beğenirse tutar, beğenmezse bırakır. Yeter ki dilimizdeki kelimelere karşı
önyargıları yıkalım. Bu, uyduruk diye düşmanlık beslenen yeni sözcükler için de
geçerlidir. Mümkün mertebe hepsine kucak açmalı. Atmaktan ziyade almaya bahane
aramalı.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder